Reklam Alanı

Osmanlı Devleti'nde din ve devlet ilişkisi

Osmanlı Devleti'nde din ve devlet ilişkisi - Gop Tarih

Klasik dönem Osmanlı Devleti'nde din ve devlet anlayışı


Osmanlı Devleti’nde din ve devlet ilişkisi devletin konumu, gücü, idari yapısı ve aynı zamanda çevresinde gelişen olaylarla bağlantısı olarak bir gelişme ve değişme göstermemiş, ama özündeki temel esası Cumhuriyet Türkiyesi’ne kadar devam ettirmiştir.



Ancak devlet merkezileştikçe kendini ve politikalarını halkına izah etmekte güçlük çekmiştir. Bir merkez ve çevre sorunu olarak “din ve devlet ilişkisi”de çeşitli aşamalardan ve safhalardan geçerek günümüze kadar ulaşmış ve hala güncelliğini kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nde geleneksel Türk Devlet anlayışının etkisiyle ,yani “Milleti yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı dini hayatta da kendini göstermiş, din Osmanlı Devleti geleneğinde bir baskı aracı olarak kullanılmamıştır. Dinin kuralları halka zulüm vasıtası yapılmamış hatta çok müsamahalı yöntemler izleyerek gayrimüslimlerin bile bu devlet idaresine girmeleri sağlanmıştır. Sultanlar çeşitli dini görüş ve cemaatleri aynı anda yanlarında bulundurarak tarikat ya da mezhep taassubu göstermeden herkese kucak açabilmişlerdir.

Osmanlı Devleti bir Türk Devleti olarak var olma sebebinin temelini oluşturan Örf, yani geleneksel kanun anlayışını hiçbir zaman terk etmemiş ve bu gücü daima mutlak otorite olarak sultanın elinde tutmasını sağlamıştır. Ancak bu düzeni sağlarken dönemsel olarak “Din ve devlet” ilişkileri açısından birçok değişik şartlara göre de pozisyon almıştır. Ama unutmamak gerekir ki yapılan stratejik değişiklikler ve yöntem farklılıklarının esasında tek bir neden vardır, o da ne olursa olsun devletin varlığını korumaktır. Bunun için Osmanlı Tarihi’nde sanki değişken bir anlayış varmış izlenimleri uyandıracak birçok örnek bulmak mümkün olmakla birlikte, ulemaya karşı baskı veya bunun tam karşıtı olarak ulemanın boyunduruğuna girme veyahut heterodoks inançlara olan baskı veya bu gruplara gösterilen aşırı ilginin tek ve değişmez bir tek nedeni vardır. O da “Devlet-i Ebed Müddet” anlayışıdır.

Bu sebeple Osmanlı Devleti’nde din ve devlet ilişkilerinin birbiriyle çelişen bir anlayışın sürekli değişkenlik gösterdiği düşünülebilir ki bu da Osmanlı Devleti açısından gerçekçi değildir.

Kuruluş dönemi din ve devlet ilişkileri


Osmanlı Devleti bir imparatorluk durumuna ulaşmasında en büyük payı Alperenlere borçludur. Ahmet Yesevi öğretisiyle Anadolu'nun uç beyliklerine ulaşan ve oradan da Balkanlara kadar geniş bir alanın hem Türkleşmesi hem de İslamlaşması açısından büyük rol üstlenen bu dervişler Osmanlı İmparatorluğu’nun mihenk taşı olarak beylerin en büyük destekçisi olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da Türk beyliklerinde olduğu gibi sufi İslam anlayışının etkisi çok büyük olmuştur. Bu dönemde özellikle Ahilerin ve Babailerin etkisi görünmektedir. Osmanlı Devleti’nin kökleri atılırken geniş ölçüde Ahilik ve Ahi reislerinden istifade edilmiştir. Bunların en önemlilerinden biri de Şeyh Edebali’dir.

Bu dönemdeki Osmanlı beyleri yeni ve gelişmekte olan bir Türk devleti’nin göstermesi gereken hoşgörülü yaklaşımda bulunmak faydasını sağlamaya çalışmıştır. Örneğin: Osmanlı sultanı Orhan Bey ‘in Bursa ‘nın fethinde yararlılık gösteren ve bizzat kendi müridleriyle Kızıl Kilise mevkini fetheden Geyikli Baba’ya bir araba yükü arak(rakı) hediyesi göndermesi bu dönemin anlayışını göstermesi açısından önemlidir.

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde dini yapı olarak en dikkat çeken özellik, bu dini yapının fıkıh ya da kelam temelli değil, gaza ruhuna daha uygun ve göçebe asabiyetine daha rahat cevap veren ahlaki ve tasavvufi bir ağırlık temelli olmasıdır. Yine bu dönemin en belirgin özelliği de heterodoks Türkmen-Oğuz kitlelerinin manevi değerleri olan “Babalar, Abdallar, Horasan Erenleri ,Gaziler ,Dervişler“ Anadolu’nun batısındaki Bizans’a karşı gaza yapan Osmanlı’nın gazi padişahlarıyla çok iyi anlaşmışlar, Sünnilik ya da Alevilik gibi fikirlerle henüz ayrışmamışlardır.

Osmanlı hükümdarları, bu gaza ve fütuhatta, hem Türk geleneğinde olan Kızıl Elma ülküsünü hem de bunu İslami açıdan destekleyen cihat fikrini beraberce kullanmışlardır. Bu fütuhatlar da çok büyük yararlılık gösteren Bektaşiler ve Bektaşilik Türk kültürü’nün yayılmasında çok önemli bir rol oynamış, Osmanlı tarafından korunup desteklenmiştir. Bunun bir örneği: Budin’in fethinde şehit olan Gül Baba’nın cenaze namazına bizzat Kanuni’nin katılması ve onun emriyle “Gül Baba Tekkesi” nin yapılmasıdır.

İbn-i Haldun ve birçok İslam uleması şeriat harici kanun uygulamaları gereksiz bularak bütün problemlerin şeriatla çözülebileceğine inanmışlardır. Fakat bir kanun devleti olma hüviyetini hiçbir zaman kaybetmeyen Osmanlı beyleri devlet geliştikçe ve merkezileştikçe İslam’ın fıkhından ,yani kanun alanından daha çok yararlanmayı uygun görmüşlerdir. Ancak kontrolü de elden bırakmamışlardır.

Osmanlı Devleti’nin başlangıç dönemlerinin aksine, heterodoks İslam tesirlerinden uzaklaşması onun Türk geleneklerinden taşıdığı kanun ve hukuk anlayışına verdiği önemdendir. Daha mistik ve kural tanımayan heterodoks İslam anlayışında Osmanlı’nın olmazsa olmazı kanun ve hukuka pek yer yoktur. Osmanlı Devleti’nde din ve devlet ilişkisi birçok İslam devletinden çok farklı bir süreç izlemiştir. Esasında İslam’ın önerdiği ve emrettiği kesin bir devlet nizamı bulunmamakla birlikte ,daha önceki uygulamalar esas alındığında farklı bir devlet anlayışı içine ortaya çıkmıştır. Yani İslam devleti’nde din ve devlet ayrılmaz bir bütündür. Bunun sonucu, din ve devlet idaresini birlikte elinde bulunduran halifelerde çok farklı yönetim tarzları görülmüştür.

Köklü bir devlet geleneğine sahip bir Türk devleti olarak Osmanlı, geçmiş tecrübelerinden yararlanarak devlet mekanizmasının sekteye uğrayacağı herhangi bir anda İslamiyet’in de o devlette hakim kılınamayacağı ve sekteye uğrayacağı bilinciyle “Devlet-i Ebed Müddet“ anlayışını oluşturmuştur.





Balıkesir Üniversitesi    
Tarih Lisans Öğrencisi   






Hiç yorum yok

//]]>